29 Eylül 2013 Pazar

Dikkat spoiler içerir!

Tam sonbahar geliyor artık yavaştan sinemaya gitmek, evde miskinlik yapmak gibi kış programlarına geçiş yapalım derken hafta sonu yine yaz günleri yaşattı bize. Tabi biz de fırsatı değerlendirdik, dün sabah boğaza kahvaltıya gittik. Sonrasında Sakıp Sabancı Müzesi'ne gideceğimiz için seçimimizi Emirgan'dan yana kullandık.

Emirgan denince tabi Sütiş geliyor akıllara birinci seçenek olarak. Ancak Sütiş'e da sabah 8'de falan gitmezsen yer bulmak imkansız, yer bulsan da sıkışık nizam masalar çok rahatsız edici. Bu nedenle biz hemen bitişiğindeki Orga Muhallebicisi'ni tercih ediyoruz Emirgan kahvaltıları için. Manzara aynı manzara, yediğin içtiği şeyler de aynı. Hal böyleyken hala Sütiş'e girebilmek için kapının önünde kuyruk bekleyenlere şaşıyorum.

Orga'da da zaman zaman servis aksayabiliyor ama garsonlar kibar, dolayısıyla problem olmuyor. Neyse isteyen istediği yere gitsin ama biz kahvaltımızı bitirip müzeye yollandığımızda, yani saat 11'e gelirken Sütiş'in önünde kuyruk vardı içeriye girebilmek için. Yaklaşık 1 saat sonra müze turumuzu bitirip dönerken de kuyruk daha da uzamıştı. Güneşli bir İstanbul sabahında boğazda sıra beklemek bekleyenleri rahatsız etmiyorsa beni neden etsin.

Neyse, dediğim gibi SSM'de Anish Kapoor'un sergisini gezdik. Kapoor, Hint asıllı İngiliz bir heykeltıraş. Ama klasik heykeller değil de soyut heykeller yapıyor. Kendisi çağdaş sanatın efsanesi diye isim yapmış. Genelde eserleri pigmentle renklendirilmiş ve devasa büyüklükte. Ama gerçekten devasa, bir eserinin ağırlığı 12 tondu mesela.Sergiyle ilgili detaylı bilgiyi www.anishkapooristanbulda.com adresinde bulabilirsiniz.

Baştan uyarıyorum, aşağıda okuyacaklarınız kesinlikle sanatsal bir eleştiri değeri taşımamakta, tamamen benim çağdaş sanatla imtihanıma dair maceralarımı içermektedir. Bu sergiyle ilgili daha ciddi bir şeyler okumak istiyorsanız, internette çok daha iyi yazılar bulabilirsiniz, hatta gidin sergiyi gezin.

Öncelikle şu pigment olayından bahsetmek istiyorum. Ben ilk defa gördüm, bu pigment boyası denen şey insanda feci bir dokunma isteği yaratıyor. Bende yarattı yani. Ama dokunmak yasaktı tabi ki de. Boyanın uygulandığı yüzeyler mermer, granit gibi sert malzemeler olsa da insanda kadife kaplı hissi uyandırıyor. Bir de pigment boyasının uygulanması bir yüzeye derinlik kazandırıyor. Bunun sebebi de pigmentin ışığı hiç yansıtmamasıymış. Bunlar da bu sergiden öğrendiğim iki bilgiydi.

Sanatı anlamak benim için zaten zor bir şey hele bir de işin içine çağdaşlık girdi mi tamamen ambole oluyorum. Biz sergiyi rehberle gezdik. Rehberimiz gencecik bir üniversite öğrencisiydi. Heyecanlıydı sanırım, çok hızlı konuşuyordu. Ama güzel bilgiler verdi, sorularmızı güzelce yanıtladı.Yalnız anlattığı şeylerin büyük kısmı bende "hımmmmm demek öyle, bak sen" hissiyatı yarattı. Sanatta bağlam ve içerik tartışmasına girdikten sonra kopmuşum zaten.

Dedim ya anlamakta zorluk çekiyorum diye, mesela bir eserini gördüm bana kulağı çağrıştırdı, acaba burada sanatçı ne ifade etmek istemiş olabilir diye düşündüm, heykelle ilgili akustik ve ses ilişkisi bağlamında kendimce bazı anlamlar çıkarmaya çalıştım falan, sonra yanına yaklaştım ve etiketi okudum, eserin adı "Dil" miş. Hadi buyrun bakalım kulak nireeee, dil nire.

Bir başka eseri ise görür görmez dedim ki "bu yüzeye düşmekte olan bir su damlası, başka bir şey olamaz". Sonra bundan yola çıkarak heykele çeşitli anlamlar yüklemeye çalıştım falan. Yaklaştım etiketi okudum, adı "Erdem". Rehberimiz eserle ilgili bilgi verirken "ana rahmi, feminenlik" gibi laflar söylerken usulca bir sonraki heykele doğru kaçtım.

"Sarı" isimli eseri sanırım serginin en dikkat çekici, insanı en etki altına alan parçası. Beni bir de "Fil" isimli eseri etkiledi, 5 kere falan önünden geçtim. Bir orasından baktım, bir burasından. Güvenlik görevlisini bir hayli tedirgin ettim. Ama neden adı "Fil" olmuş kesinlikle anlamadım. Bence eserin adı girdap falan olmalı. Çünkü gerçekten içine çekiliverecekmişim gibi geldi.

Şu pigment olayı hayli ilgimi çekti. Uygulandığı nesnenin dokusunu değiştiriyor harbiden. Mesela "Çiçek" diye bir eser var. Taştan yapılmış, sarıya boyanmış, duvarın içine yerleştirilmiş. Heykel demek zor yani, o yüzden eser diyorum. Dokusu sünger gibi. Gibi fazla sünger o bence, ama rehber ısrarla taş olduğunu iddia etti. Enteresandı.

Bir de "Ejderha" diye bir eser grubu vardı, 8-10 tane büyük kaya kütlesi mavi pigmentle renklendirilmiş. Aralarında boşluklarla zemine yerleştirilmiş. Kesinlikle lacivert pamuk kütlelerini anımsatıyor ve insanda üstüne atlama isteği uyandırıyor. Ama onlar da taşmış. İyi ki cup diye üstüne atlamaya kalkmamışım.

Ayrıca bu taşların aralıklı bir şekilde yerleştirilmesinin bir anlamı varmış. İşte pamuk gibi göründüğü için cennetten düşme hissiyatı veriyormuş ve dinsel bir bağlamı varmış falan filan. Ziyaretçilerin kayaların arasından yürümesi planlanmış, ancak aralarda yürüyen ziyaretçiler kayalara oturma teşebbüsünde falan bulununca bu bölümün önü camla kapatılmış, sadece uzaktan bakabiliyorsunuz. Türk'ün sanatla imtihanı. Ama hak veriyorum müteşebbis ziyaretçilere, ben de kesinlikle bir punduna getirip, güvenlik görevlilerinin bakmadığı bir anda  kayaların üstüne tırmanmaya falan çalışabilirdim. Ben sanata sanat demem, sanata dokunamadıkça.

Sergi çıkışı aklımda iki düşünce vardı. Birincisi, böyle bir serginin açılması için çok emek harcanmış, belli. Lojistik bile büyük iş, parçalar çok hacimli ve ağır. Bazı eserlerin duvarların içine yerleştirilebilmesi için alçı duvarlar yapılmış. Bunun için sponsor Akbank'ı tebrik etmek gerek.

İkinci olarak, biz normal insanlar hayat gailesi peşinde oradan oraya sürüklenip dururken, bazı insanlar başka şeylerin peşinden koşuyor. Sonra biz avam insanlar da "ay pamuk sandım, süngerdi o sünger, içine çekiyor sanki beni" falan diye debeleniyoruz. Sonra eve gelip ev kadını ayarlarına dönüp yemek yap, çamaşır yıka falan hayata devam ediyoruz.

İyisi mi bir fırsatını yaratıp bu sergiyi gezin. Çok güzel, kesinlikle görülmesi gerek gibi tavsiyelerde bulunmayacağım ama görgünüz, bilginiz artar. Hafta sonları saat 11 ve 14'te Sabancı Üniversitesi öğrencileri rehberlik yapıyor. Biz 11 senasına gittik, tenhaydı, rahat rahat gezdik. 1 saat ayırmanız yeter, sonrasında da boğaz kenarında güzel bir yürüyüş yaparsınız.

O değil de, bugün masaja gittim, asıl sanat budur abicim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder