10 Aralık 2013 Salı

Viyana günleri vol 3

Viyana'da geçirdiğim ilk 2 günle ilgili yazdıklarıma buradan ve şuradan ulaşabilirsiniz.

Bugün Viyana'da özgürce harcayabileceğim son günüm olduğu için çok yoğun geçeceğini tahmin edebiliyordum. Erkenden kalktım, otelde kahvaltımı yaptım ve Hofburg Saray kompleksinde mümkün olduğunca çok yeri görebilmek hedefiyle yollara düştüm.

Saray kompleksi Kohlmarkt'ın tam karşısında başlıyor. Öncelikle Kaiserappartements denilen saray kısmını gezdim, Türkçesi kral dairesi diyebiliriz sanırım.

Buranın alt katında imparatorluk yemek takımları sergileniyor. Evet, altın, gümüş ve porselen takımlar Anadolu'da düğünlerden önce çeyiz serme geleneği misali sergileniyor. Ama mütevazi bir çeyiz değil baştan uyarayım, sanırım 9-10 kadar oda vardı sadece yemek ve banyo takımlarının sergilendiği. Aşağıdaki küçük bir örnek sadece. Ama hepsi de pek şıktı.


Buradan iki şey öğrendim. Birincisi imparatorluk zamanında yemekler elle yenirmiş ancak kral ve kraliçelerin birer adet çatal, kaşık, bıçak, et bıçağı, tatlı kaşığı vb parçalardan oluşan özel servisleri varmış, nereye giderlerse gitsinler yanlarında taşırlar ve yemeklerini bunlarla yerlermiş.

İkinci olarak da 18.yy öncesinden pek fazla gümüş ve altın yemek takımları kalmamış çünkü Napolyon'la savaş döneminde Avusturya'daki tüm gümüşler eritilmek zorunda kalınmış. O zamana kadar pek prim verilmeyen ve sadece çorba ile tatlı servislerinde kullanılan porselenler de böylece prim yapmaya başlamış. İşte doğru zamanda doğru yerde olmanın önemi bir kez daha karşımıza çıkıyor. (bu paragrafın ana fikri: insan isterse porselenden bile hayat dersi çıkarabilir)

Aşağıda gördüğünüz ise resmi yemeklerdeki sofra düzenini temsil ediyor. Burada ilginç olan peçetenin katlanma biçimi. Anlatılana göre içine ekmek koymak için iki küçük delik içeren bu katlama biçimi sadece imparatorun katıldığı resmi yemeklerde kullanılabiliyormuş. Peçeteyi bu şekilde katlama yöntemi ise yalnızca bir kaç kişinin bildiği ve kulaktan kulağa aktarılan bir sırmış. Bu yöntem bugün bile Avusturya Devleti'nin resmi yemeklerinde kullanılan ve sadece iki kişinin nasıl yapıldığını bildiği bir sırmış.

İki kişinin bildiği, sır değildir diyerek geyiği kapatıyorum.

Yok duramıycam, Allah korusun bu iki kişinin başına bir iş gelse hepimiz yandık. Vallahi bir prenslerini koruyamayarak 1. Dünya Savaşı, bir Hitler'i içlerinden çıkararak 2. Dünya Savaşı' na neden olan Avusturya, "Peçete katlayıcılarımız grip olmuş, sizi yemeğe alamıycaz kusura bakmayın" diye bir protokol krizi nedeniyle 3. Dünya Savaşı'na neden olursa hiç şaşırmam.


Tamam kestim.

Neyse efendim, yemek takımları gezisinden sonra İmparatorluk Odaları ve Sissi Müzesi'ni gezdim. Sissi'yi resmen ilahlaştırmışlar, pek sevmişler sanırım ama maksimum ticarileştirerek parayı da basıyorlar. Bu Sissi efendim 1.70 boylarında ve 47-48 kg civarındaymış. Kıyafetlerini görseniz, minicik. Beli 50 cm civarındaymış yanlış hatırlamıyorsam. Her gün düzenli spor yaparmış. Nedense müze ve audio guide Sissi'nin yeme problemi olmadığı, açlık rejimi falan yapmadığını kanıtlamak için oldukça çaba sarf etmiş ancak o boyda ve o kiloda birinin açlık rejimleri yapmadığına kimse beni inandıramaz.

Yemek takımları, İmparatorluk Odaları ve Sissi Müzesi'ni gezmek yaklaşık 2 saatimi aldı. Bunlardan sonra İmparatorluk Hazineleri'nin görmeye gittim. Adından da anlaşılacağı üzere burada aslında imparatorluğun gücü ve ihtişamı sergileniyor. Sergilenenler dini temalı hazineler ve diğerleri diye ikiye ayrılmış. O kadar büyüktü ki 1500.'ncü süslü haçı görmesem de olur diyerek dini temalı eserler bölümünü gezmedim. Bu hali bile 2 saatimi aldı.

Buradan en çok aklımda kalanlar daha önceden şurada bahsetmiş olduğum taç, Kutsal Roma İmparatorluğu tacı ve aşağıda resmini gördüğünüz 10 kg ağırlığındaki kraliyet vaftizlerinde kullanılan ibrik takımı. Bu 1o kg ağırlığındaki güzide eser som altından efendim, ona göre bakın resme.


Ayrıca sergilenenler arasında Viyana'ya nasıl geldiğini bilmedikleri bir Türk kılıcı ile kendini Transilvanya kralı ilan eden ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından tanınan Stefan Bocsky'ye 1. Ahmet tarafından gönderilen az kullanılmış taç da vardı. Taç az kullanılmış zira bir kaç ay sonra Avusturya tarafından tahttan indirilmiş kendisi.

Yaklaşık 2 saati de burada geçirdikten sonra kalan zamanı iyi değerlendirmek için koşar adımlarla bir sonraki müzeye doğru yola çıktım. Hedef Sanat Tarihi Müzesi. Ancak o kadar acıkmışım ki mide gurultularımdan başka bir şey duyamaz oldum. Derken bir anda durdum ve bir anda kendime geldim.

Şimdi efendim benim olayım plan yapmak ve bu plana uymaktır. Konu ne olursa olsun hiç fark etmez. Dolayısıyla, bu gezide de gezi planıma uymak için kendimi paralıyordum. Sonra bir anda dedim ki kendi kendime (ve içimden değil, dışımdan yüksek sesle) "kızım manyak mısın, 3 gündür o müzeyi göreceğim, bu sergiyi gezeceğim diye aç biilaç, üşümüş bir halde sefil oldun, böyle iş olur mu, karnını bir doyur önce, sonra tadını çıkar". Yavaşça geldiğim istikamete geri dönerek Figlmüller'e yollandım.

Günün kalan kısmı bir sonraki yazımda.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder