20 Kasım 2014 Perşembe

Kırmızı Pazartesi

Bu yazıyı okumaya başlamadan önce hep beraber deriiiiiin bir nefes alıyoruz ve nefesimizi bırakırken bana kocamaaaaaan bir "tüüüüh sana" diyoruz.

Neden mi? Çünkü hak ettim, çünkü ben var ya ben ah ben, ha bir saksı ha ben. Yok efendim cinayet romanları, yok fantastik dünya, yok distopik hikaye diye hayal dünyamın o köşesinden bu köşesine savrulurken, bu yaşıma kadar bir tane Gabriel Garcia Marquez'i okumamış-tım.

Geçtiğimiz nisan ayında, malum üzücü haberi gazetede okuduğumda bu gerçek bir balyoz gibi kafama indi adeta. Zararın neresinden dönülse kardır diyerek hemen yazarın en bilinen kitaplarından aldım. Tamam ilk adımı atmıştım ama hala aklım yeteri kadar başıma gelmemiş olsa gerek, tam 7 ay sonra siftah yapabildim.


Kırmızı Pazartesi bir "namus" meselesi nedeniyle işlenen bir cinayeti konu alıyor. Kurban Santiago Nasar, Angela Vicario'nun düğünün ertesi günü, Angela Vicario'nun evlenmeden önce bekaretini kaybetmesinin nedeni olduğu gerekçesiyle Angela Vicario' nun ikiz ağabeyleri Pablo ve Pedro tarafından öldürülüyor.

Kasaba halkının neredeyse tamamının işleneceğini bildiği bu cinayeti engellemek için, deyim yerindeyse hiç kimse kılını kıpırdatmıyor. Romanda yer alan onlarca karakter arasında, yani neredeyse tüm kasaba halkı, bu cinayetin işlenmesini istemeyen kişi sayısı 4. Bunlardan ikisi de katiller.

Katil olan ikizler, öğrenilmiş toplumsal normlar nedeniyle bu cinayeti işlemeye karşı duramıyorlar ancak yine de birilerinin kendilerini engelleyeceği umuduyla, Santiago Nasar'ı öldüreceklerini tüm kasabaya ilan ediyor. Gel gör ki, yazılı olmayan kanunlar nedeniyle tüm kasaba halkı da içten içe Santiago Nasar'ın ölmesi gerektiğine inandığından olsa gerek, kimse kurbanı uyarmıyor.

Kasaba halkının cinayeti engellemek için bir şey yapmamış olmasının yanısıra o gün psikoposun kasabaya gelmesi nedeniyle gelişen tesadüfler zincirinin de adeta bu cinayete çanak tuttuğuna tanık oluyoruz.

Üstüne üstlük, anılan "namus" meselesenin sorumlusunun gerçekten Santiago Nasar olup olmadığı da belirsiz ve bu konu kitabın sonunda dahi açıklığa kavuşmuyor.

Hikayeyi, bir cinayetin işleneceğini ve kurbanın kim olduğunu en başından bilerek okumak sürükleyiciliğinden hiç bir şey kaybettirmiyor. O dönemde kasabada yaşayan insanlarla röportaj yaparcasına yazılmış roman, akıcı diliyle çok kolay okunuyor. Olayların önce sonran başa doğru, sonra da baştan sonra doğru gibi karışık bir kronoloji ile anlatılmış olması da anlatıma bir dinamizm katıyor.

Gerçekten iyi yazılmış bu kitabın tek kötü yanı ise tüm anlatılanların kurgu değil de Marquez' in çocukluğunun geçtiği kasabada tanık olduğu bir cinayet olduğunu öğrenmek oldu.

4 yorum:

  1. Yüzyıllık Yalnızlığı okumalısın. Ve Kolera Günlerinde Aşk'ı. Ama ille de Yüzyıllık Yalnızlık. Sonra üstüne bir de Isabel Allende'nin Ruhlar Evi'ni. Çoook iyi kitaplar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ikisi de hazır sıralarını bekliyor, en kısa zamanda okuyacağım. ruhlar evini de listeme alıyorum. çok teşekkürler :)

      Sil
  2. Yeni bir blogger listesi hazırlıyorum katılmak isterseniz http://fincanteyze.blogspot.com.tr/p/blogger.html
    Tekrar görüşmek dileğiyle...

    YanıtlaSil